2 Nisan 2011 Cumartesi

special thanks.

bu blog'ta 4 kişi var! bu da ''4genç'' yapar!

o 4genç'ten biri olan memre.'yi atarsan geriye ne kalır? hede, jukli ve pyre.

hede, jukli ve pyre'yi toplarsan 3genç yapaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaar ve bu 3genç de benim;

canımdır, balımdır, sevdiğimdir. değer verdiğimdir. bunalınca dertleştiğim, sıkılınca uğraştığım, eğlenince paylaştığım güzel arkadaşlarım; can dostlarımdır. ve de en önemlisi bütün bu söylediklerimin karşılıklı olduğunu hissettirerek beni mutlu edenlerimdir.

bu nedenle onlara tek tek, çok çok, dolu dolu teşekkür ederim. yanımda oldukları için. onları sevebildiğim, beni sevebildikleri için. beni ''4genç''e tamamladıkları için.

iyi ki varsınız.


16 Mart 2011 Çarşamba

Nice

Bir ilkbahar perşembesiymiş... Biz yokuz tabi daha ortalıkta. Böyle milenyum gibi ne bileyim miladımsı bir kutlulukla –siz pırıltılı ışıklar eşliğinde, bembeyaz bir kundak içinde “gönderilmiş” bir veled-i aşk düşünün tabi- aramıza(aralarına, aranıza vs.) katıldı Memre. Belki de kimse tahmin etmiyordu o zamanlar o mini minnacık bebeğin aradan geçen 20küsür yıl sonucunda –her yılın ayrı ayrı hakkını vererek- böyle koskocaman bir adam olabileceğini. Ama oldu, çok güzel de oldu çok iyi de oldu. Üstelik arada birkaç hazırlık yılını başarıyla atlattıktan sonra döne dolaşa bir şekilde geldi bizi buldu. Kader mi şans mı yoksa adı konulmamış başka başka bir şey mi bilemem. Ama hayatımıza çok sağlam yerinden girdi. (Sanki başta bir ud-kanun solosu varmış da memre darbukayla ortama ritmini buldurmuş gibi oldu desem abartmış olmam.) Esasen ilk konuşmamız (konuşmalarımız) fazlasıyla zıttı gibi hatırlıyorum ben. Ama kavga gürültüden çok “dur bi de şunu ortaya atayım da buna karşı çıksın/ dur bi de şunu ortaya atsın da karşı çıkayım” başlığı altındaydı düşüncelerimiz. Sonra ne oldu, nasıl oldu bilmem aynı raya oturuverdi trenler. Biz çok gülen, çok eğlenen, çok ciddi, çok matrak, çok sulu, çok efendi, çok anlayışlı, çok asabi bir diyalog geliştirdik kendimizce. Ne o parladı gereğinden fazla ne ben alttan aldım lüzumundan çok. Orta yolu bulmak değildi kimsenin amacı. Kendi yolumuzda paralelce yürüyebilelim istedik. Bunca hengamenin arasında “yol arkadaşı” olalım dedik. Olduk da bence. Güzel de olduk. Bundan sonra, gürültülü patırtılı ama sonu hep gülümsemeli biten nice güzel günler, anlatacak/dinleyecek nice atlatılabilecek dertler, üstesinden beraber veyahut ayrı bir şekilde mutlaka gelinecek sorunlar, her daim dinlemesini isteyeceğim/ dinlememi isteyeceği nice şarkılar, kutlu mutlu olacak, tarafımdan sevinç çığlıklarıyla karşılanacak nice nice güzel yaşlar olacak. Ve sen koca adam; tüm bu bahsedilen anlarda, belki kilometrelerce uzakta, belki başka dillerin konuşulduğu diyarlarda, belki de hemen yanıbaşımda, ama hep bir şekilde benimle olacaksın. Ben de benimle olmanı hep şu anki kadar büyük bir gülümsemeyle karşılayacağım. İyi ki doğmuşsun, iyi ki varsın, iyi ki bizimlesin.

varlığı huzur veren insan!

Yalan yok arkadaş. An itibariyle yazıyı yazmak için tam 50 dakikam var. Ve göreceksiniz 50 dakika uğraşıp ortaya ne çıkar(ama)dığımı. Kafam çalışsın diye yemediğim şeker içmediğim meyve suyu kalmadı odada. Sonuç, haaala bir ışık yok.(7 dk oldu başlayalı, hala buradayım.)(Pardon 8miş.)

Neyse vakit atar vakti değil. Gelelim sebeb-i yazımıza. 5 yıldır saçımı süpürge ettiğim, yemeyip yedirdiğim, içmeyip içirdiğim ve en sonunda kıvama getirdiğim memre’nin etinden sütünden faydalanma zamanımız gelmiştir. Yok sanırım yanlış başladım, baştan alalım.

5 yıldır.. Olmadı. Bu şekilde başlayamıycam.

Amaan bu adamın doğum günü işte. Bunca zamandır tanışıyor olmamıza rağmen bırak bir doğum gününü beraber geçirmemizi, daha aynı 3 metrekare içinde aynı havayı soluyamadık. Yine de belki benim kağıt param bir şekilde döne dolaşa memre’nin cebine girmiştir. Hınzır.(19 dk geçti, bence aşama kaydetmişim.) Neyse, görüşememiş olsak da ben bu adama tarifsiz bir sevgi ile bağlıyım çünkü bende kimsenin başaramadığını yapıyo bu adam. Nasıl yapıyo, ne kullanıyo da geliyo bilmiyorum ama ne kadar kızgın olursam olayım anında unutturabiliyo. “Varlığı huzur veren insan, memre.” diye boşuna dememişiz sanırım.

To sum up,.. Şaka şaka. İyi ki varsın, iyi ki hayatımızdasın. Nice beraber 5-10-15 yıllara.. Kaç oldun şimdi? 11 mi?

ideal insan memre.

of bu adama memre demek çok zor olacak bütün yazı boyunca. ama işte gizlilik politikası diye bir şey var. can sağlığı...

bizim hikayemiz aslında biraz ilginç memreyle. genelde o beni döver ben ehe diye gülerim falan. fırat ifadesi takınırım suratıma. öyle ilginciz ama severiz birbirimizi (bence sever yani o da beni) bu adamı 2 yıla yakın süredir falan tanıyorum. kendisi en çabuk ısındığım insanlardan biri olmuş olup, kafa yapıma en çok benzeyen insan olarak da hayatımda önemli bir yer almıştır sevgili seyirci. ben normalde 2 kardeşim. kendim büyük kardeş olarak keşke benim de bir ağbim olsaydı demişimdir yıllardır. kendisi öyle de bir boşluğu doldurmaktadır yani

şimdi aslında aşırı duygusala bağlamak istemem ama galiba bağladım ben. belki de memrenin yazıyı okuduktan sonra kafama kafama nasıl vuracağı aklıma gelmiş ondan ağlıyor olabilirim. emin olamıyorum o konuda

ha ben bunları niye yazıyorum? çünkü bugün memre adlı insan bi yaşına daha girdi. aslında pek böyle kutlama yazısı falan yazabildiğimden de değil ama böyle büyük bir ayrıcalığı hak ettiğinden döküyorum bunları ekranınıza. çünkü belki de kendisi görüp görebileceğiniz en ideal insanlardan birisi. eğer benim bu bolca övgülerimden sonra fotoğrafına ve adresine ulaşmak isteyen bayan hayranları olursa bana pm atabilrler. sonuçta arkadaş arkadaşın... diye bir söz var

işin özü, uzun lafın kısası, kıssadan hisse, başka bir deyişle haticeye değil neticeye bakacak olursak dik4gencin hepsinin hayatında önemli bir yere sahip olduğu için kendisine çok teşekkür ediyorum. iyi ki doğdun memre. iyi ki varsın...

bu da doğum günü şarkın =)

3 Mart 2011 Perşembe

And the oscar goes to...

Merhabalar. Bu bir oscar yazısı olacak diye hesap ettim ve başlıyorum. Ama nereye gider nerede biter henüz belirlemedim, şarkı listemin doğrultusunda değişen duygu yoğunluğumla farklı yönlere kayabilir, affola.

İlk olarak şunu belitmem gerekiyor ki aday olan tüm filmleri izlemedim. Kendi içimde izleyip de favori bulduklarım elbette vardı ama asıl güvendiğim oyuncu performanslarıydı çünkü aday olan tüm oyuncuları izlemişliğim ve dolayısıyla haklarında fikir sahibi olmuşluğum vardı. Bunun verdiği ilhamla, ufak bi besmele eşliğinde başlıyoruz.

Adaylıklarda kendimce en önemsizinden önemliye doğru gideceğim o nedenle önceliğimiz en iyi yabancı film dalında. Efendim, benim diğer hemcinslerimin aksine Javier Bardem'e inanılmaz bir antipatim var. Kitleleri nasıl peşinden koşturduğunu belki biri açıklayabilir bana ama ölünceye dek Penelope Cruz'u nasıl tavladığı gizemini koruyacak benim bilincimde (ki "ses tonu" bir erkekte olmazsa olmazımdır ama o bile kurtarmıyor). Eminim kendisi de bana bayılmıyordur (tanısa çok sever bence ama neyse) bu nedenle buna takılmamak lazım . Sırf "o" oynuyor diye bir gece öncesinden duaya başladım "allaaam noolurrr! bak lütfenn "Biutiful" da J.Bardem de ödülsüz kapatsın geceyi lütfen lütfen lütfen!!!" şeklinde. Nitekim -nasıl bi sevilen kulsam- kendisi de filmi de ödül alamadı. Bu nedenle filme payı olan herkesten çok özür diliyorum buradan. O ödülü alamamanızın en büyük sebebi benim ve pişman da değilim. Haevnen de bence gayet hoş bir film olmuş hakkıyla aldı ödülü.

İkinci dalımız "en iyi animasyon". Bu daldaki her filmi izledim (evet küçük bir kardeşim ve onu bahane edecek kadar büyümemiş bir çocuğum var içimde). Toy Story 3 gerçekten 10 numara filmdi. Emeği geçen herkese kocaman bir alkış. Yalnız l'illusionniste gerçekten çok başarılı bir film. Keşke aralarında paylaşabilselerdi de kimsenin gönlü kırılmasaydı.

"en iyi görsel efekt"; inception'a daha sonraki dallarda daha geniş değineceğim o nedenle kısaca söyleyeyim; hak etti ve kazandı.
"en iyi ses kurgusu"; ben bu konuda çok fikri olan bir insan değilim. Neye göre verdiklerini de tam olarak bilemiyorum. Inception keşke başka dallarda alsaydı ödülleri diyor ve "en iyi ses" ile beraber kapatıyorum.

"en iyi orijinal müzik"; tüm adayları dinlemedim o nedenle taraflı bir yorum olabilir ama ben Hans Zimmer'ın almasını uygun buluyordum. Çok üzüldüğünü sanmıyorum bu ödülü kaptırdığına ama yine de The Social Network'e gitmesi hoş olmadı.

"en iyi orijinal şarkı"; Toy Story 3'ün aldığı herhangi bir ödüle yanlış demek haksızlık olur. Bence tam gerektiği gibi verildi bu dalda ödül.

"en iyi makyaj"; bu dalda neden bu kadar az aday var anlayamadım. Bir kere neden Alice in Wonderland aday değil?!. The Wolfman'ı izlemedim ama gördüğüm kadarıyla makyaj başarılıydı. Tebrik ediyoruz.

"en iyi kostüm"; çok doğru bir tercihle Alice in Wonderland'a gitti. Alkış.

"en iyi kurgu"; fazla popüler olana duyulan önyargım bazen olur ama bu sefer gerçekten olmamıştı. Ben The Social Network'ü vizyonda izledim ve çokça beğendim. Ama bu dalda The Fighter ve daha da önemlisi Black Swan varken ödülün bu filme gitmesi bir sinemasever olarak kanıma dokundu azıcık. Ne düşünerek verdiler bilemiyorum -ki genelde bu alan "en iyi film" alanıyla paralel olur, onu da yapmadılar- ama çok haklı bir ödül olduğunu söyleyemem. Belki diğer adaylar bu kadar iyi olmasa alması normaldi ama bu şartlar altında "ı ıh, olmadı akademi" diyoruz. Pek önemli not: bu dalda Inception'u aday göstermemek gördüğüm en adaletsiz oscar kararıdır.

"en iyi sanat yönetimi"; bu ödülü Alice in Wonderland filminden çok Tim Burton adı aldı gibi geldi bana. Ama kendisine boynumuz kıldan ince. Alkış.

"en iyi görüntü yönetmeni"; vallahi yönetmenini bilemeyeceğim ama "en iyi görüntü" kesinlikle Inception ve Black Swan arasında gidip gelirdi. Nitekim Inception ödülü kucakladı. Biraz buruk bir alkış.

"en iyi uyarlama senaryo"; bu Social Network aşkını gerçekten çözemedim. Yani tamam iyi film ama dönüp diğer adaylara hiç mi bakmadılar insaf! 127 Hours bence bu dalda ödülü alması gereken filmdi. Ya da şöyle diyelim daha doğru: The Social Network bu dalda kesinlikle ödülü almaması gereken filmdi.

"en iyi orijinal senaryo"; bu dalda söyleyecek bir kaç sözüm var. Kurguda ödül vermedikleri için King's Speech'e ödülü verdiklerini düşünüyorum. Ama bu Inception, Black Swan(aday bile değil!) ve de The Fighter'ın hakkının yendiği gerçeğini değiştiremiyor. Öncelikle şunda bir hemfikir olalım orijinal senaryo ne demek? Daha önce birebir yaşanmış hatta tarihsel olan bir olayı/dönemi yeni bir bakış açısıyla anlatınca orijinal bir senaryo elde etmiyorsunuz maalesef. Anlatımı güzeldir, oyunculukları şahanedir bunlar çok ayrı şeyler. Bunlara kanıp da gerçekten "orijinal" olan senaryoları heba etmek olmaz. Inception'a çok çok yazık oldu. Anlayamadılar mı naaptılar filmi??

"en iyi yardımcı kadın oyuncu"; Helena Bonham Carter çok sevdiğim bir oyuncu olsa da bu dalda Melissa Leo hak eden taraftı. Kendisini kutluyor öpücüklerimi yolluyorum. Alkış.

"en iyi yardımcı erkek oyuncu"; öncelikle belirtiyorum, ben Christian Bale'a aşığım. Hayran falan değilim. Direk olarak aşığım. Hani bir söz var ya "beğendiğimiz bedenlere hayalimizdeki ruhları koyup aşk sanıyoruz" diye. Hah işte o sözü çürütüyorum. Çünkü C.Bale (yani bu sözdeki "beğendiğim beden"e tekabül eden) dünyanın en berbat ruhuna da sahip olsa benim kabulüm. -Kabulüm derken ömür boyu olması şart değil hislerim son bulana kadar.- O nedenle kendisinin alacağı her türlü ödül "en haklı", "en doğru" ödül oluyor benim nezdimde. Bir gün o kırmızı halıdan (yanında benimle) yürüyüp "en iyi erkek oyuncu" ödülüne uzanmasını yürekten diliyorum. Kocaman öpüyor, eşiyle de mutluluklar diyorum. (şaka)

"en iyi erkek oyuncu"; benim bu dalda favorim C.Bale idi( bkz: bir önceki paragraf). Ama kendisi bu seferlik yardımcı oyuncu dalında aday olduğundan ödülün benim gözümdeki önemi biraz azaldı. Colin Firth o gece antipatimi kazanmayı başarsa da kendisi çok başarılı bulduğum bir oyuncu. Hele diğer adaylardan biri J.Bardem iken kendisinin en ateşli destekleyicilerinden biriydim. Tebrikler + alkış.

"en iyi kadın oyuncu"; kurallar gereği oraya 5 adet aday göstermek zorundalar. Bunu anlıyorum. Ama o adayların (4ünün) kalkıp da umutla o geceye katılmasını ben anlayamadım. Yazık ediyorlar umutlarına, heveslerine. Nicole Kidman'ı severim, beğenirim. Annette Bening'in de "The Kids Are All Right" filminde çok iyi bir performans sergilediği kulağıma geldi. Amma velakin orada koskocaman bir "Nina" yani "Natalie Portman" varken, dönüp de diğerlerine bakmaya, hak hukuk muhabbeti yapmaya gerek yok. En birinci olan kazandı. En güzel konuşmayı yaptı ve kalbimi bir kez daha kazandı. Bebeği de inşallah kendisinin erkek versiyonu olur ve şimdiden getirdiği uğuru tüm hayatına yansıtır. Çok çok tebrikler.

"en iyi yönetmen"; adayların hepsini biliyorum. Takip ediyorum ve filmlerini de izledim. David Fincher'i çok severim. Ancak kendisinin The Social Network ile bu ödülü alması benim de içime sinmeyecekti. Bir başka törende diyorum kendisine. Ama orada bir adet Darren Aronofsky gerçeği vardı! Black Swan gibi bir şaheserle de bu ödülü alamayacaksa daha ne zaman alacak çok büyük merak içindeyim. Beni en çok şaşırtan dal buydu açıkçası. Büyük hayal kırıklığına uğradım. "Heykelcik eline çok yakışacaktı Darren! Sana komplo kuruyorlar!!!"

"en iyi film"; ve evet geldik en büyük dala. Açıkçası bu dal hakkında en az eleştiri yapılabilecek olanı. Çünkü bir filmin "en iyi" olmasının bir çok kıstası var. King's Speech çok iyi film evet ama ben olsam gözüm kapalı ödülü Black Swan'e verirdim. İçimde de en ufak bir şüphe, mahcubiyet olmazdı. Onun dışında ise The Fighter ve Inception ödülü alsa hiç üzülmezdim. Ama King's Speech bence üçüncü etapta ödül verilebilecek bir filmdi. Yapacak bir şey yok. Üzüldüm ama tebrik etmek de lazım. Alkış.

Geceden kısa kısa bir şeyler;

*Mila Kunis çok ama çok güzel bir kadın ve o gecenin en şıkları listesinde zirveye oynardı.

*Sunucuları çok beğenemedim.(ki ayrı ayrı severim kendilerini de oyunculuklarını da). Özellikle James Franco fazlasıyla gergin ve yapmacık geldi bana.

*Kirk Douglas gerçek bir yıldız! O sahnedeyken inanılmaz eğlendim.

*C.Bale'in eşinin adını unutması çok hayırlara vesile olabilecek bir andı. Kendi namıma ufak bir pay çıkarttım pek tabii. Yuva yıkan olmak istemem kendi kendilerine yıkılsınlar da ben devralayım.

*"en iyi film" ödülünün adaylar videosu gerçekten çok iyiydi ama keşke Natalie Portman'ın "Kusursuzdum!" repliğiyle bitirilseymiş ve tüm video boyunca bangır bangır "biz King's Speech'i seçtik!" diye bağırmasalarmış.

*ödül açıklamaları aralarındaki şovlar fazla uzun ve gereksizdi. Anlıyorum reyting için gerekli bunlar ama daha ilgi çekici şeyler bulunabilir.

*nedense çok az ünlü sima katıldı. Adaylar da gelmese onların beni izlemesi gerekecek kadar ünsüz bir tören olabilirmiş.

*Natalie Portman gecenin en tatlı insanıydı.

*Christian Bale'e çok aşığım.

2 Mart 2011 Çarşamba

ne ödülmüş arkadaş!

Oscar ödüllerine kafam girsin. Kaç gündür yaptığım stresin haddi hesabı yok ulan! Ne yazıcam diye diye beyazlarım iki katına çıktı. Ödüllerine de, en iyi erkek oyuncularına da, en iyi yabancı filmlerine de komple gireyim. Ne uykumdan olup izlerim, ne ertesi gün muhabbetini yaparım, ne de muhabbetini yapanı dinlerim. Hiç bir eksiklik de hissetmiyorum, hatta hayatımda Oscar ödülleri yokken fazlasıyla mutluyum. Oh ulan! Bir dahaki sefere daha güzel bir konu seçebilmemiz dileğiyle, mutlu kalın gençler.

oscar.

geçen 23 nisan'da çok güzel bir organizasyonda yer aldım. ülkemizde kutlanan çocuk bayramı kapsamında, dünyanın dört bir tarafından gelen yabancı uyruklu öğrencilerin de katılımıyla gerçekleşen  bir organizasyon. buradaki görevim misafir öğrencilerden bir tanesinin sorumlusu olmaktı. yani etkinlik süresince kendisine göz kulak olacak, bi ihtiyacı olduğunda yardım edecektim.

benim sorumlu olduğum öğrenci 8-9 yaşlarında, taaaa nijerya'lardan kalkıp buralara gelmiş, Oscar adında, şirin mi şirin bir çocuktu. kıvır kıvır saçları, petrol siyahı gözleri, parlak gülümsemesiyle avrupa ülkelerinden gelen diğer çocukların arasında kolaylıkla fark ediliyordu. 

genel sorumlumuzdan talimatları aldıktan sonra Oscar ile tanışmak ve kaynaşmak üzere çocukların bulunduğu salona geçtim. ben yanlarına gittiğimde onlar resim yapıyorlardı. Oscar'ın olduğu masaya oturdum. bana az çok ingilizce bildiğini söylediler. kendisiyle muhabbet kurmak için birkaç denemede bulundum ancak pek başarılı olamadım. bu sırada Oscar'ın futbol oynayan çocukları resmettiğini fark ettim. bunu iletişim kurmak için bir fırsat bilerek türkiye'de futbol oynamış önemli nijerya'lı futbolcular olan uche ve okocha'nın isimlerini teleafuz ettim. ancak yine beklediğim tepkiyi alamadım. küçük olan yaşı nedeniyle o isimlere yetişemediğini düşünerek şansımı bu kez de daha yeni oyuncular olan emenike ve yobo ile denedim. ve bu kez işe yaradı! Oscar, o çakmak çakmak gözlerini resim kağıdından ayırarak bana baktı ve kendi dilinde bi'şeler söyledi. muhtemelen söylediği şeyler, ''sen şunu en baştan diyeydin'' gibi bir anlama karşılık geliyordu. çünkü o dakikadan itibaren bir abi-kardeş ilişkisine terfi ettik. 

bi süre daha birlikte resim çizdikten sonra kalemler bırakıldı ve toplu oyunlara geçildi. futbolu çok sevdiğini zaten belli eden küçük Oscar, bir futbol topu kaparak yanıma geldi. ben de onu kırmayarak başımla onay verdim ve top oynamaya başladık. bir müddet de topun peşinde koşturduktan sonra oyun saatinin de sonuna geldik. 

günün geri kalanını da çeşitli çalışmalar, oyunlar ve aktivitelerle geçirdikten sonra Oscar ile veda zamanı geldi. 5-10 dk lık mıncırma, cimdirme, sıkma, boğma, hırpalama gibi çocuk sevme hareketlerini de Oscar'a tatbik ettikten sonra kendisini öperek yanından ayrıldım. 

Oscar'ın yanından ayrıldıktan sonra ekip arkadaşlarımla vedalaşmak üzere yanlarına gittim. genel olarak günün değerlendirmesini yaptığımız esnada biri beni kolumdan çekiştirdi. bu Oscar idi. bana bir kağıt uzattı. kağıtta bir resim vardı. ben arkadaşlarımla konuşurken oracıkta çiziverdiği bir resim. annesinin ve babasının da yer aldığı, beni çok duygulandıran, ''anlamlı'' bir resim..